Kadın ve erkek arasındaki eşitlik konusu, genellikle tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Bazıları kadın ve erkeğin eşit olduğunu savunurken, diğerleri farklılıkların varlığına işaret ederek eşitlik fikrine karşı çıkabiliyor. Eşitlik ve adalet kavramlarının kadın ve erkek arasındaki farklılıklar üzerinden nasıl anlaşılması gerektiğini açıklamadan önce bu kavramları bir örnek üzerinden anlamaya çalışalım:
Diyelim ki bir spor organizasyonunda yarışmacılar arasında eşitlik ve adaleti sağlamak istiyoruz. Her bir yarışmacının farklı yeteneklere ve koşullara sahip olduğunu biliyoruz. İşte burada eşitlik ve adaletin nasıl uygulanabileceğine dair bir örnek:
Eşitlik, tüm yarışmacılara aynı başlangıç noktasını ve aynı kuralları sağlamak demektir. Her yarışmacı aynı mesafeyi koşacak, aynı kurallara uymak zorunda kalacak ve aynı engellerle karşılaşacak. Bu, her yarışmacının aynı şartlarda mücadele etmesini sağlar ve eşitlik ilkesini temsil eder.
Ancak adalet, yarışmacıların farklı yetenekleri ve koşulları olduğunu göz önünde bulundurarak farklı muameleler yapmayı gerektirir. Bazı yarışmacılar daha hızlı koşma yetenekine sahip olabilirken, bazıları daha güçlü veya dayanıklı olabilir. Adalet, yarışmacıların yeteneklerine ve koşullarına uygun olarak farklı sınıflandırmalar veya gruplamalar yapmayı gerektirir. Örneğin, farklı yaş gruplarına veya yetenek seviyelerine sahip kategoriler oluşturarak herkesin adil bir şekilde yarışmasını sağlamak adaletin bir örneğidir.
Eşitlik ve adalet kavramlarını anladık. Şimdi bu kavramlarının kadın ve erkek arasındaki farklılıklar açısından nasıl anlaşılması gerektiğini açıklayalım;
Öncelikle, kadın ve erkeğin farklı biyolojik ve fiziksel özelliklere sahip olduğunu biliyoruz. Kadınların doğal olarak anne olma yetenekleri ve bazı erkeklerin fiziksel olarak daha güçlü olmaları gibi farklılıklar vardır. Kadın ve erkek arasındaki üstünlük konusunda bazı noktalarda erkeklerin öne çıktığı gibi, kadınların da üstünlüğüne dair örnekler mevcuttur. Bu, cinsiyetler arasındaki farklılıkların bir sonucudur ve her birinin kendine özgü yeteneklerini ortaya koyduğu anlamına gelir.
Kadının eşsiz bir üstünlüğünden bahsetmek gerekirse, bir anne olarak içinde barındırdığı merhamet ve sevgiyle çocuklarını büyütme yeteneği vurgulanabilir. Allah’ın bahşettiği annelik duygusuyla donanmış olan kadınlar, çocuklarına şefkat dolu bir şekilde yaklaşma, onları koruma ve rehberlik etme konusunda benzersiz bir kabiliyete sahiptir. Bu, kadının kadınlığına özgü bir üstünlük olarak kabul edilir.
Ancak bu üstünlüklerin varlığı, kadın ve erkek arasında adaletsizlik anlamına gelmez. Adalet, her bireye eşit haklar ve fırsatlar sunmayı gerektirir.
Örneğin, iş hayatında kadınlar ve erkekler arasında bazı farklılıklar gözlemlenebilir. Kadınlar doğum yapma ve emzirme süreçleriyle ilgili olarak belirli bir zamanı ayırabilirken, erkeklerde böyle bir durum söz konusu olmayabilir. Bu durum, iş dünyasında bazı eşitsizliklere yol açabilir. Ancak adalet, her iki cinsiyete de aynı iş fırsatlarını sunarak, kadınların doğal süreçlerine uygun olarak esnek çalışma saatleri veya çocuk bakımı gibi destekler sağlamayı gerektirmektedir.
Başka bir örnek olarak, spor dallarında da kadınlar ve erkekler arasında bazı ayrımlar bulunabilir. Örneğin, futbol sahasında erkeklerin oynadığı bir maçla kadınların oynadığı bir maç arasında bazı farklılıklar olabilir. Bu, fiziksel yeteneklerdeki farklılıklardan kaynaklanır. Ancak adalet, her iki cinsiyete de kendi yeteneklerine ve fiziksel özelliklerine uygun spor dalları ve kategoriler sunarak, herkesin eşit rekabet edebileceği bir ortam sağlamayı hedefler.
Bu örnekler, kadın ve erkek arasındaki eşitlik ve adaletin nasıl anlaşılması gerektiğini göstermektedir. Kadın ve erkek arasındaki farklılıkları kabul ederek, her bireyin yaratılıştan gelen özelliklerine uygun olarak adil bir şekilde değerlendirilmesi ve muamele görmesi gerekir.
Kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi dini açıdan ele alacak olursak, yaratılış itibariyle tam anlamıyla eşit olmadıkları görülür. Ancak kadın da, erkekle aynı şekilde günah işlerse ceza alırken, hayır işlerse sevap kazanır. “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür, Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.”(Zilzal 7-8) ayetinden de anlayacağımız üzere kadın-erkek farketmeksizin herkes yaptığının karşılığını tam manasıyla görecektir. Bu da gösteriyor ki kadın, ebedi saadetin kazanılmasında erkekten farklı bir konumda değildir.
Dinimizde kadınlar, insanlar arasındaki saygınlık ve hürmette erkeklerden geri kalmazlar, hatta bazı durumlarda ileri bile geçerler. Bir sahabe Efendimize, “İnsanlar arasında iyilik ve hürmet bakımından en çok kim hak eder?” diye sorduğunda, Peygamberimiz “annendir” yanıtını vermiş ve bu soru üç kez tekrarlandığında her seferinde aynı cevabı vermiştir. Son kez tekrarlandığında ise “babandır” buyurmuştur. Bir başka hadis-i şerifte “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyuran Efendimiz(a.s.m.) annelerin değeri ve hürmeti üzerinde durmuş, onlara duyulan saygının ne kadar önemli olduğu vurgulanmıştır.
İslam dini ile birlikte kadın hak ettiği değeri görürken kız çocukları da diri diri gömülmekten kurtulmuştur. Günümüzde rastladığımız durumları 1400 sene önce gören Efendimiz (asm), insanların zaman zaman cahiliyet duygularına kapılabileceğini bilerek, kız çocuklarının eğitimine büyük önem vermiş ve hadislerinde “Üç, iki, hattâ bir kız çocuğunu, haklarını koruyarak yetiştiren babanın, Cennette kendisiyle beraber olacağını” ifade etmiştir (İbn Mâce, edep 3). Çünkü toplumda yaygın olan düşüncelerde erkek çocuklarının daha değerli olduğu, kız çocuklarının ise ikinci sınıf kabul edildiği bir dönemde, İslam’ın kadına ve kız çocuklarına olan değerini göstermek önemliydi.
Cahiliyye döneminde kadınlar, adeta ticaret malı gibi alınıp satılırken, İslam’ın nurunun yayıldığı toplumda kadınların değeri ve hakları önemli ölçüde artmıştır. Bu yeni düzende, bir kadının damat adayını görmesi hakkı ve aynı zamanda bir sünnettir. Evlilik sürecinde kadın, istediği miktarda “mihir” talep edebilir ve bu onun Allah tarafından belirlenmiş en doğal hakkı ve hayat güvencesidir. İslam’ın getirdiği bu düzenle, kadının insan onuruna ve değerine verilen önem vurgulanmıştır.
Hadislerde de erkeğin kadına iyi davranmasının önemi vurgulanmıştır. “Erkeğin en hayırlısı, kadına en iyi davranandır” (Buhâri, nikâh 43; Müslim, fedâil 68) hadisiyle, erkeğin eşine karşı iyi davranmasının, hayır yolunda yapabileceği en güzel amellerden biri olduğu ifade edilmektedir.
Dinimizde kadının önemini ve değerini anlatan bir çok şey ifade edebiliriz. Fakat bu kadarla iktifa edip soruda belirtilen Kuran’da kadın ve erkek niçin eşit değil? ifadesine delil olarak sunulan bazı ayetleri açıklayalım;
ÂI-i imrân suresinde geçen “erkek kız gibi değildir” ifadesini ayetin bütününe baktığımızda bazı alimler şöyle açıklamaktadır ;
İmrân’ın eşi adakta bulunduğunda, bir erkek çocuk dünyaya getirme ihtimalinin adadığı şeye(muhtemelen Beytülmakdis hizmetine) daha uygun olduğunu düşünmüştü.Ancak çocuğun bir kız olduğunu görünce, hayal kırıklığını ve üzüntüsünü dile getirerek şu sözleri söyledi: “Rabbim! Onu kız doğurdum”. Âyet-i kerîmede “Oysa Allah ne doğurduğunu daha iyi bilmektedir” buyrularak, bu hayal kırıklığının işin hakikatını tam olarak anlamamasından kaynaklandığı ve dünyaya getirdiği bu kız çocuğunun ne kadar yüce bir mertebeye sahip olacağının ima edildiği belirtilmiştir. Bu cümlenin ardından gelen “Erkek de kız gibi değildir” cümlesi bazı müfessirlerce Allah’ın sözünün devamı olarak düşünülmüş ve şu şekilde yorumlanmıştır: “Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilmektedir; o (onun dilediği) erkek (Allah’ın lutfettiği ve yüce bir mertebeyle onurlandırılacak olan) bu kız gibi değildir” Gördüğümüz gibi, ayetin tamamına baktığımızda “erkek kız gibi değildir” ifadesinin erkeğin kadına karşı herhangi bir üstünlüğünü belirten bir anlam taşımamakla birlikte bazı müfessirlerin tefsirine göre Hz. Meryem’in fazilet bakımından sahip olacağı yüce bir mevkiye işaret edildiğini belirtmektedir.