Sahabe ve Menkıbe Müslümanlığı – Mesken
Ara
Close this search box.

Sahabe ve Menkıbe Müslümanlığı

Bu afetlerin en mühimlerinden biri bana kalırsa, sahabe ve bazı büyük zatların faziletlerini, güzelliklerini ve kahramanlıklarını anlatıp tatmin olmak, fakat onlar gibi yaşama arzusu ve düşüncesinden bihaber bir ömür sürdürmektir. Ne acıdır ki, günümüzde Sahabe ve menkıbe Müslümanlığı oldukça yaygın hüviyettedir. Bazı Müslümanlar, büyük zatların hayatlarını ve başarılarını hafızalarına kazındırıp, anlatmaktan öteye geçememekte; menkıbelerdeki gibi yaşamaktan nasibini almamakta, anlatılanları içselleştirmemekte ve bu hikayelerle vicdanlarını susturmaktadırlar. Halbuki bizler, o kahramanları anlatmanın ötesinde, kendi menkıbelerimizin kahramanı olmakla mükellefizdir. Yani büyüklerin hayatlarını anlatırken, aynı zamanda kendi öykülerimizi de tezahür ettirme mecburiyetindeyiz. Aksi halde aldanmış oluruz.

Eğer biz, Bilal-i Habeşi’nin taşlar altında inlemesini anlatıyorsak, aynı inlemeyi farklı bir boyutta kendimizde hissetmeliyiz. Evet, o gün Bilal-i Habeşi, Arabistan’ın kızgın kumlarında taşların altında inlerken, bizler de bugün günahın karanlık gölgesinin dolaştığı sokaklarda, imanları kurtarma adına taşın altına elimizi koymalı ve aynı sancıları yaşamalıyız. Eğer bugün Hz. Ebu Bekir (ra), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a), Hz. Ali (r.a) gibi büyük zatların kahramanlıklarını dile getiriyorsak, o *kahramanların* bu çağdaki izdüşümü olma adına adım atma mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde, sadece Fatih Sultan Mehmet, Süleyman Şah, Ertuğrul Gazi gibi büyük zatlarla kendimizi teselli etmek, onların ezgilerini ezberlemek ve onlar gibi olma çabasından mahrum kalmak, talihsiz nesillerin kuru tesellilerinden başka bir şey değildir.

Madem o talihsizlerden olmak istemiyoruz, o zaman gecelerimizin karanlıklarını aydınlıklara çevirerek o talihlilerden olma adına bir cehd ve gayret ortaya koyma mecburiyetindeyiz. Talihli olmak kolay değildir; kainat yaratıldığı günden bugüne talihli olmaya çalışanlar, kısa ve uzun yollar kat etmiş, düz ve engebeli arazilerden geçmiş ve önlerine çıkan kışların bir gün bahara dönüşmesi adına her zorluğa göğüs germişlerdir.

İşte bu kutsal davanın en yüce amacı, alçakgönüllülükle atılan mütevazı adımlarla başlayarak, Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazanma yolunda büyük projeler ortaya koyma adına çaba göstermektir. Bize yürümemize karşılık koşacağını müjdeleyen Cenab-ı Hakk, bizim bu kararlı mücadele ve gayretimizi karşılıksız bırakmayacak ve kalbimizden dökülen sızılarımıza ve içten yükselen çağrılarımıza da şüphesiz yanıtsız kalmayacaktır. Sadece dişimizi sıkıp sabırla beklemeliyiz, çünkü baharların görkemini görmeyi arzulayanlar, öncelikle kışların soğuk nefesini yüreklerinde hissetmek zorundadırlar. Çünkü yeryüzünde büyüleyici manzaraları görmek isteyenler, öncelikle felaket gibi görünen fırtınaları göğüslemek zorundadır. Ancak şu bilinmelidir ki, o fırtınalar ne kadar şiddetli olursa, tohumlar o oranda sağa sola saçılır ve farklı topraklara düşerler. Ancak, varlığın derinliğine vakıf olamayanlar, ne acıdır ki bu gerçeği anlayamazlar. Anlayıştan yoksun oldukları gibi, ağaçların üzerindeki kurumuş dalların kesildikten sonra yeşeren taze fidanların ortaya çıkışını da gözlerinde canlandıramazlar. Bir şairin dediği gibi, “Görene görene, yoksa köre ne.”

Kuşkusuz, fırtınalar ve rüzgarlar ne kadar güçlü olursa olsun, sağlam köklere sahip olma potansiyeline sahip ağaçların köklerini daha da güçlendirir ve zorluklar, bu tür kişilerin atmosferinde, kişilerin özlerine dönmelerine vesile olur. Karanlık bulutların gökyüzünü kaplaması, ortamın yaşanamaz hale gelmesi, bu kişilerin metafiziksel gerginliklerini artırarak onları teyakkuza geçirir ve ayetin ifadesiyle, düşman ordularının toplanması onları korkutmaktan ziyade, inançlarını güçlendirir.(2) İşte ancak böyle bir vizyonla bu ilk felaketin üstesinden gelinebilir..

Facebook
WhatsApp
Twitter
LinkedIn
Tıkla Gönder
1
💬 Bilgi almak istiyorum..
Scan the code
Merhaba https://meskenakademi.com/sahabe-ve-menkibe-muslumanligi sitesinden geliyorum. Bilgi almak istiyorum.