İlk olarak, bu sorudaki bakış açısının yanlışlığını bir misalle açıklamaya çalışalım. Hayal edin, tamamen ışıkla aydınlatılmış bir odada bulunduğunuzu. Eğer odadaki aydınlatma seviyesi belli bir sınırın üzerinde ise, aydınlığın karanlıktan hiçbir farkı olmaz. Çünkü bu seviyede ışıktan başka bir şey gözlemleyemezsiniz, her yerde adeta bembeyaz bir ışıma hakim olur. İşte bu durumda, her yerin tamamen aydınlık olduğu bir ortamda, ne kendimizi ne de etrafımızdaki nesneleri görebiliriz; adeta kör oluruz. Bu durumda ışık kaynağının varlığını bile inkar edebiliriz. Bunun nedeni, ışık kaynağının olmaması değil, her yerde olduğu içindir. Denizin içindeki balıkların suyun farkına varamaması veya daima hava ile iç içe olan bizlerin havanın farkına varamaması gibi, her yerde düzenin hüküm sürdüğü bu kainatta da insan bu düzene karşı körleşir.
Kainattaki bu düzene dair bir örnek vermek gerekirse, Dünya’nın Güneş etrafında yaptığı dönüşü ele alalım. Dünya, Güneş etrafında yaklaşık saatte 107.000 km/saatlik bir hızla helezonik bir şekilde dönerken, Güneş de kendi yörüngesinde bulunan gezegenleriyle birlikte saatte 720.000 km’den daha büyük bir hızla ve Solar Apex olarak adlandırılan bir yörünge boyunca Vega Yıldızı’na doğru ilerler. Bu olağanüstü hızlar ve hareketler, kainattaki düzenin karmaşıklı ve büyüklüğü ile birlikte kusursuz bir senkronizasyonu temsil eder.
Bilimin ancak asrımızda keşfedebildiği bu buluş, Kur’an’da 1400 yıl önceden açıklanıyordu:
“Güneş de bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu, aziz ve âlim olan Allah’ın takdiridir” (Yasin 38)
“Ne güneş aya yetişip çarpar, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler” (Yasin: 40)
“Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp giderler” (Enbiya: 33)
“Görmedin mi ki, Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor. Güneş ile ayı da emrine boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gidiyorlar.” (Lokman:29)
Bu yörüngedeki düzen o kadar olağanüstü ki, her gün Güneş’in ne zaman doğup ne zaman battığını hesaplayabiliyoruz. Ancak 107,000 km/saat gibi bir hızı tam olarak kavramak pek mümkün değildir. Gelip sizinle bir hayal kuralım; Direksiyonun başındasınız ve sadece 107 km/saat hızla yolda ilerliyorsunuz. Şimdi düşünelim, eğer direksiyonda sadece küçük bir sapma olsa, belki de bir dakika bile geçmeden yoldan çıkarsınız, değil mi? Şimdi ise 107,000 km/saat hızla ve tam 4.54 milyar yıldır süren bir Dünya yörüngesinde, en ufak bir sapma olmadığını düşündüğümüzde. bu bize, ne kadar muhteşem bir düzenin var olduğunu anlatır, değil mi?
Bitkilerin büyümesi ve gelişimi, doğadaki düzen ve uyumu gösteren başka bir örnektir. Bitkiler, toprağın besinlerini, suyu ve güneş ışığını kullanarak fotosentez yoluyla enerji üretirler. Bu enerji sayesinde büyürler, çiçek açarlar ve meyvelerini verirler. Bitkilerin toprakla, suyla ve güneşle olan uyumu, doğal döngüyü ve yaşamın devamlılığını sağlar.
Kainata huşyar bir gözle baktığımızda, insanlığın hayatta kalması için sayısız nedenin gerektiğini fark ederiz. Örneğin, arılar sadece 130 bin farklı bitki türünün çoğalmasına yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda insanların önemli ihtiyaçlarını da karşılarlar. Albert Einstein, “Eğer arılar dünyadan kaybolursa, insanın sadece 4 yıl ömrü kalır; arılar olmazsa döllenme, bitki, hayvan ve insan da olmaz” demiştir.
Bitkilerde fotosentez yoluyla besin üretimi olmasaydı, bitkiler yaşayamazdı ve ormanlarımız yok olurdu. Bu durumda, oksijen kaynağımız da tükenirdi. Neyse ki, arılar hayatta kaldı ve böylece bitkiler de yaşamlarını sürdürdü. Bu hayatta kalan bitkiler, oksijen üretimine devam etti. Her şey güzel ilerliyor gibi görünse de bir sorun var: üretilen oksijen miktarı belirli bir seviyede olmalıdır. Atmosferdeki oksijen oranı yaklaşık %21’dir ve bu oran daha yüksek olsaydı, yanıcı özelliği nedeniyle orman yangınlarına ve hayatın yok olmasına sebep olabilirdi.
Peki, bugüne kadar bu oksijen oranının aynı seviyede tutulması, düzenin bir örneği değil midir? İşte bu noktada, kainattaki muhteşem düzenin bir başka yönünü görmekteyiz. Oksijen oranı, hassas bir şekilde denge içinde tutulmuştur. Bu denge, uzun yıllar boyunca doğal süreçler ve etkileşimlerle sürdürülmüştür. Bu, bize evrende ince bir ayar ve dengenin var olduğunu gösterir.
Her elma ağacının elma vermesi, her insanın belirli biyolojik ve fizyolojik özelliklere sahip olarak doğması, fark etmediğimiz ama hayatımızın her anında geçerli olan fizik ve kimya yasaları… Tüm bunlar, bir düzenin açık bir göstergesi değil midir?
Düşünelim: Her bahar mevsiminde gördüğümüz elma ağaçları, muhteşem bir şekilde çiçek açar ve meyve verir. Bu olay tesadüfen gerçekleşmiyor. Her ağacın içinde barındırdığı genetik kodlar ve doğaya ait döngüler, onları bu harika üretim sürecine yönlendiriyor. İşte bu düzen, her bir elma ağacının aynı şekilde davranmasını sağlıyor.
Bir de insanı düşünelim. Her birimiz, belirli bir DNA yapısına ve genetik mirasa sahibiz. Bu, fiziksel ve biyolojik özelliklerimizin belirlenmesinde önemli bir role sahiptir. Her insan, kendi benzersiz yapısıyla doğar ve büyür. Bu da bir düzenin parçasıdır.
Daha geniş bir perspektife geçelim. Fizik ve kimya yasaları, evrenin her köşesinde geçerlidir. Atomlar arasındaki etkileşimlerden yıldızların hareketine, doğanın olağanüstü dengelerine kadar her şey bu yasalara tabidir. İşte bu düzen, varoluşun temel bir özelliğidir.
Şimdi, düzensizlik olarak algılanan birbirine yapışık bebeklerin doğması veya süpernova denilen yıldız patlamalarının oluşması aslında bir düzensizlik değil, Allah’ın kudretinin her şeye yettiğini anlamamızın bir vesilesidir. Peki, nasıl mı? İşte size bir örnek:
Düşünelim ki evrende binlerce kez Dünya’dan daha büyük olan yıldızlar patlıyor. Bu patlamaların gücü ve etkisi muazzam boyutlarda. Ancak, bu süpernova patlamaları, yıllardır Güneş’i ve çevresindeki gezegenleri etkilemeden, onları güvenli bir şekilde yörüngesinde tutan bir düzen içinde gerçekleşiyor. İşte burada, bu düzenin arkasındaki gücün ve kudretin sahibi olan Allah’ın sonsuzluğunu görürüz.
Bir de yapışık bebeklerin doğmasına bakalım. Bu durum, görünüşte düzensiz ve olağan dışı bir durum gibi görünebilir. Ancak, Allah’ın dilerse insanı bu şekilde de yaşatabileceğini gösterirken, bizlere sıradanlığın ötesinde bir gücün varlığını hatırlatır. Allah’ın yaratıcı gücü, beşeri sınırların ötesindedir ve istediği şekilde hayatı şekillendirebilir. Böylece, yapışık bebeklerin doğmasıyla, Allah bizlere eşsiz gücünü gösterir ve farklı bir bakış açısını sunar.