Hakikat aynı olmasına rağmen, fertlerde ortaya çıkma şekli farklıdır. Örneğin, bir sinek de uçar ancak bir kartal gibi değil. Buğday da çiçek açar ama bir ağaç gibi değil. Ayna da Güneş’i yansıtır, ancak bir okyanus gibi değil.
İşte bu örnekler gibi, ilim hakikati de fertler arasında farklı şekillerde ortaya çıkar. İmam-ı Âzam ve benzerlerindeki ilim hali ile bugün bizim içinde bulunduğumuz çağda ilim hali aynı olamaz. Evet, her ikisi de ilimdir, ancak içerikleri ve seviyeleri arasında uçurumlar vardır.
Bunu şu şekilde düşünebiliriz: İlkokul öğrencisi de matematik biliyor, üniversitede matematik okuyan bir öğrenci de matematik biliyor, bir matematik profesörü de matematik biliyor. Şimdi ilkokul öğrencisi çıkıp ‘Ben matematik biliyorum, bundan sonra üniversitede profesör olarak derslere gireceğim’ dese, ne kadar mantıklı olur? Evet, üçü de matematik biliyor, ancak seviye farkı var. İşte bu çağ, o döneme kıyasla bir ilkokuldur. Bu ilkokulda ilim okunur, alimler yetişir, ancak müctehidler yetişmez. Çünkü bu çağın ilkokulu müctehid yetiştirmeye uygun değildir. Müctehid alimler, eşsiz ve Allah’ın verdiği bir yetenekle donatılmış olduklarından, onlara yetişmek mümkün değildir. Madde ve içindeki nesneler hakkında doğru bilgi edinmek için ilgili alanın uzmanlarına başvurduğumuz gibi, dini konularda da doğru bilgiye ulaşmak için bu ilmin uzmanlarına başvurmak zorundayız. Bu kişiler müctehid alimlerdir.
Müctehidlerin seviyesini daha iyi anlamanız için bazı hususları paylaşmak istiyorum.
Her meslek dalında, bilgi birikimini ifade eden unvanlar vardır. Asistan, doktor, doçent yardımcısı, doçent, profesör gibi kavramlar, bilgi birikimini ve yeterliliğini ifade eden unvanlardır. Fıkıh ilminde de bu unvanlar ve bilgi seviyeleri yedi kısma ayrılır. Burada hepsini açıklamayacağım, ancak müctehidlerin 1. mertebesini anlamanız ve karşılaştırma yapabilmeniz için 7. mertebedeki bir fıkıh aliminin örneğini paylaşacağım.
İbni Abidin Hazretleri, dokuzuncu yüzyılın en büyük Hanefi fıkıhçılarından biridir ve altı ciltlik ‘Reddü-l Muhtar’ adlı fıkıh eserinin yazarıdır. Bu eser, günümüzdeki tüm fıkıhçıların kaynak olarak kullandığı bir kitaptır. Dokuzuncu yüzyılın büyük fıkıhçısı İbni Abidin Hazretleri sadece taklitçi (mukallid) olarak kabul edilir, yani ictihad yapamaz ve fıkhi meselelerde İmam-ı Âzam Hazretlerini takip eder.
Ictihad yapmanın ne kadar zor olduğunu aşağıdaki örneklerle anlayabilirsiniz:
“İnsanların ve cinlerin müftüsü” olarak bilinen Şeyhülislam Ebu-s Suud Efendi, İmam-ı Gazali gibi bir Hüccetü-l İslam’ın ictihad yapamayacağını ve fıkhi meselelerde İmam Şafi’nin mezhebine uyduğunu belirtir. Ebu-s Suud Hazretleri, “İmam-ı Gazali’nin mezhebine aykırı bir sözü olursa ona güvenilmemelidir.” der.
Aynı şekilde, Celaleddin-i Suyuti Hazretleri’nin hafızasında 200.000 hadis-i şerif bulunmaktadır ve yakaza dediğimiz uyanıklık aleminde tam 70 kez Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile görüşmüştür. Yani Efendimiz (s.a.v.), vefatından sonra tam 70 kez Celaleddin-i Suyuti Hazretlerine ziyarette bulunmuş ve onunla iletişim kurmuştur. Aynı zamanda bu kişi, farklı ilimlerde tam dört yüz eser yazmıştır. Böyle bir zatın ictihad yapma isteği üzerine çağının alimleri, “İctihad dönemi geçmiştir. Siz ictihad yapmaya yetenekli değilsiniz.” diyerek onu ictihaddan men etmişlerdir.
Tüm bu örneklerden sonra içtihad yapmanın ne kadar zor olduğunu ve bizim ictihad yapmaya bile yaklaşamayacağımızı anlamış olmalısınız.