Kur’an-ı Kerim’deki ilmi ve çağın ötesindeki deliller Kur’an-ı Kerim’in bir beşer kelamı olmadığının ispatıdır. Şimdi buna birkaç örnek verelim;
1.Doğu Roma Hristiyanlarının Galip Gelmesi
İslâm’ın Mekke döneminde, Hristiyan olan Doğu Romalılarla (Bizans) Mecusî olan İranlılar savaşırlar. İranlılar galip gelir. Haber Mekke’ye ulaştığında Hz. Peygamber ve mü’minler ehl-i kitab olan Bizans’ın yenilişine üzülürken, müşrikler, sevinirler. Müslümanlara “Siz ve Hristiyanlar ehl-i kitapsınız. Biz ve İranlılar ise ümmîyiz. Dostlarımız dostlarınıza galip geldi. Biz de size galip geleceğiz” derler. Bunun üzerine Rum suresinin baş kısımları nâzil olur:
“Elif, lâm, mîm. Rumlar mağlup oldu (Arab ülkesine) en yakın yerde. Onlar, bu yenilgiden sonra galip gelecekler ‘Bid’a sinîn’ içinde. Önünde ve sonunda hüküm Allah’ındır. O gün mü’minler sevinecekler. Allah’ın zafer vermesiyle. O, dilediğine zafer verir. Ve O, Azîzdir, Rahîmdir.” (Rum, 30/1-5).
Ayette geçen “Ednâ’l-arz” deyimi hem “yakın bir yerde,” hem de “arzın en aşağısında” anlamına gelmektedir ki, anlatılan olay için her iki anlam da geçerlidir.
Bu ifade, Kur’an’ın indirildiği dönemde bilinmesi asla mümkün olmayan çok önemli bir jeolojik gerçeğe işaret etmektedir. Şöyle ki:
Dünyanın en alçak yerini araştıran bilim adamları, bu noktanın, Bizanslıların, 613-614 yıllarında yenilgiye uğradığı yer olan Lut Gölü havzası olduğunu bulmuşlardır.
Yeryüzünün en alçak bölgesini bilimsel bir çalışma olmadan ve bir insanın kendi ilmi ile bulması o günün şartları göz önünde bulundurulduğunda asla mümkün değildir.
Gelen bu ayetler üzerine Hz. Ebu Bekir, Ubey b. Halef’le üç seneliğine on deveye bahse girer. Durumu Hz. Peygambere söylediğinde, Hz. Peygamber: “Bid’a sinîn” üç-dokuz sene arasıdır. Bahse girilen deve miktarını artır, müddeti de uzat” der. Bahsi dokuz seneliğine, yüz deve olarak yenilerler. Yedinci senede Rumlar galip gelir. (Zemahşerî, III, 466- 467)
Rumların ağır bir yenilgiden sonra bırakın galip gelmesini tekrar toparlanmasına bile ihtimal verilmezken Kur’an-ı Kerim’de bu ayetlerin yer alması, Kur’an-ı Kerim’in insan sözü olmadığına kesin bir delildir.
2.Evrenin Genişlemesi
Kur’an-ı Kerim tam 1.400 sene önce evrenin genişlediğinden haber vermektedir. Zariyat suresinin 47. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmaktadır: “Biz göğü kudretimizle bina ettik ve şüphesiz biz onu genişletiyoruz.”
20.Yüzyılın başlarına kadar bilim dünyasında hâkim olan tek bir görüş vardı. Bu görüş, evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri aynı şekliyle süregeldiği görüşüydü. 20. Yüzyıla kadar hiçbir bilim adamı evrenin genişlemesinden bahsetmemiş, bırakın bahsetmeyi belki bunu hayal bile etmemişti.
Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre 20. yüzyılın başlarında, evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar. Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllarda yapılan gözlemlerle de kesinlik kazandı. Her şeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, “sürekli genişleyen” bir evren anlamına gelmektedir.
Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kur’an asırlar önce bu hakikati bildirmiş ve evrenin genişlemekte olduğunu açıkça beyan etmiştir.
Bu ise Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu çok parlak bir şekilde ispat etmektedir. Zira 20. asırda ancak keşfedilebilen bilimsel bir gerçeğin, bundan 14 asır evvel bir kitapta yazması ve bu hakikatin okuma yazma bilmeyen bir beşer tarafından haber verilmesi mümkün değildir.
3.Evrendeki mükemmel yörüngeler
Tarihin çok uzun bir döneminde insanlar Dünya’yı sabit, Güneş’i ise Dünya’nın etrafında dönüyor zannettiler. Sonra Kopernik, Kepler, Galileo ile başlayan süreçte insanlar Güneş’in sabit bir şekilde ortada durduğunu, Dünya’nın ise sabit bir Güneş’in etrafında döndüğünü keşfettiler. Bilimde devrim sayılan bu keşif çok önemliydi ancak, henüz güneşin kendi yörüngesinde hareket ettiği keşfedilmemişti.
Daha sonra ise gelişmiş teleskopların ve astronomi biliminin gelişimi sayesinde Güneş’in de hareket ettiği ve Dünya’nın hareket eden bir Güneş’in etrafında döndüğü anlaşıldı. Güneş, etrafında bulunan gezegenleri ile beraber, saatte 720.000 km.den daha büyük bir hızla Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı’na doğru hareket etmekteydi.
Bilimin ancak asrımızda keşfedebildiği bu buluş, Kur’an’da 1400 yıl önceden açıklanıyordu:
“Güneş de bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu, aziz ve âlim olan Allah’ın takdiridir” (Yasin 38)
“Ne güneş aya yetişip çarpar, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler” (Yasin: 40)
“Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp giderler” (Enbiya: 33)
“Görmedin mi ki, Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor. Güneş ile ayı da emrine boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gidiyorlar.” (Lokman:29)
Gördüğümüz gibi, Kur’an tam 1400 sene önce Güneş’in ve diğer yıldızların hareket ettiğinden haber vermekte ve bu haberleriyle de Allah’ın kitabı olduğunu ispat etmektedir.
4.Denizlerin birbirine karışmaması
“İki denizi birbirlerine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.” (Rahman Suresi 19-20)
Ayetin ifadesi akıllara durgunluk verecek bir tarzdadır. Zira ayet-i kerime, onca fırtına ve dev dalgalara rağmen denizlerin birbirine karışmadığından haber vermektedir.
Evet bilim, Kur’an’ın ayetlerini her zaman olduğu gibi yine tasdik etmekte ve onun Allah’ın kelamı olduğunu ispat etmektedir. Şöyle ki:
Denizaltı araştırmaları ile ünlü Fransız deniz bilimci Kaptan Jacques Cousteau denizlerdeki su engelleri ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle anlatmaktadır:
“Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz’in kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas Okyanusu’ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz’den tamamen farklı olduğunu gördük. Hâlbuki Cebeli Tarık Boğazı’nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysaki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda bile farklı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su perdesi engel oluyordu”
Kaptan Cousteau’yu şaşırtan bu durum, denizlerin birleşmesine rağmen suların karışmaması, Kur’an’da on dört asır önce beyan buyrulmuştur:
Evet, denizlerin birbirine karışmaması Allah’ın kudretinin sonsuzluğunu gösterdiği gibi, bu hadisenin 1400 sene önce Kur’an’da ifade edilmesi de Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu ispat etmektedir. Zira bu bilgiyi o asırda yaşayan bir insanın keşfine dayandırmak mümkün değildir.
Bu konuda Kuran-ı Kerim’ de bir çok ayet örnek olarak gösterilebilir. Biz burada bir kaçına değindik. Belirtilen ayetler ve bilimin sunduğu deliller gösteriyor ki Kuran bir beşer kelamı olamaz. O, zamandan ve mekandan münezzeh olan ve ilmi herseye kuşatan Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği bir kitaptır.